Journal of Planning - Planning: 34 (2)
Volume: 34  Issue: 2 - 2024
EDITORIAL
1.Editorial

Page I

OTHERS
2.Front Matters

Pages II - X

RESEARCH ARTICLE
3.Degrowth as an Alternative to the Growth Hegemony: Discussions Based on City, Space and Planning
Özge Gürbüz Atlar, Iclal Sema Dinçer
doi: 10.14744/planlama.2024.28000  Pages 83 - 99
Sınırsız büyüme, gezegenin ekolojik limitlerine dayandığı günümüz koşullarında sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Büyüme hegemonyası sadece ekolojik tahribatlara yol açmanın ötesinde toplumsal, ekonomik ve mekansal eşitsizlikler de yaratmaktadır. Planlama disiplini toplumsal ve mekansal organizasyonun sağlanmasında düzenleyici bir role sahiptir. Bu durum hem ekonomik sistemde hem de düzenleyici pozisyonu sebebiyle planlama disiplininde yeni bir anlayışı gerekli kılmakta ve olanak tanımaktadır. Bu çalışma, büyüme odaklı planlamanın dışında bir kentsel tahayyül aramak üzerinedir. Öncelikle küçülme yaklaşımının ortaya çıkışı ve teorik çerçevesi aktarılmıştır. Sonrasında küçülme literatüründe kent, mekan ve planlamaya yaklaşım biçimleri Web of Science'ta oluşturulan bir formül üzerinden bibliyometrik bir analizle incelenmiştir. Elde edilen sonuç üzerinden planlama ve küçülme ilişkisi, ilişkinin kendi dinamiklerinden üretilen İmkanlar, İttifaklar: Kurumlar ve Müşterekler, İhtilaflar: Ölçek ve Kentleşme ve Yöntem: Siyaset ve Planlama Paradigması olmak üzere dört kategoride potansiyelleri ve açmazları açısından değerlendirilmiştir.
Infinite growth is no longer sustainable in today's conditions where the planet is based on its ecological limits. Growth he-gemony not only causes ecological destruction, but also creates social, economic and spatial inequalities. Planning discipline has a regulatory role in ensuring social and spatial organization. This situation requires and enables a new understanding both in the economic system and in the planning discipline due to its regulatory position. This study is about searching for an urban imagination other than growth-oriented planning. First of all, the emergence of degrowth approach and its theoretical frame-work are explained. Afterwards, the approaches to city, space and planning in degrowth literature were examined with a bibliometric analysis using a formula created in Web of Science. Based on the results obtained, the relationship between planning and degrowth has been evaluated in terms of its potentials and dilemmas in four categories: Opportunities, Alliances: Institutions and Commons, Conflicts: Scale and Urbanization and Method: Politics and Planning Paradigm, which are produced from the dynamics of the relationship itself.

4.Urban Renewal in the Shadow of Mobbing: 'We Lost Our Humanity Here'
Tuğba Tuncer Tiryaki, Iclal Sema Dinçer
doi: 10.14744/planlama.2024.82621  Pages 100 - 117
Çalışma, kentsel dönüşüm uygulamalarının anlaşma aşamasında yaşanan zorla rıza üretme sürecini mercek altına alıyor. Kentsel dönüşüm, üçte iki çoğunluğun anlaşma zeminini oluşturduğu ‘rızaya dayalı’ bir uygulamaymış gibi gözükse de bu çoğunluğa ulaşma sürecinde ihlal edilen haklar ve psikolojik baskılar genellikle örtük kalıyor. Saha çalışmasında, mahalle sakinlerinin maruz kaldığı bu örtük ihlaller gün yüzüne çıktıkça, iş yeri ortamındaki hak ihlallerini ifade eden mobbing eylemleriyle kentsel dönüşümün anlaşma aşmasındaki yıpratıcı deneyimler arasında benzerlikler keşfedildi. Böylece mobbing literatürü sahayla birlikte değerlendirilerek kentsel dönüşüme uyarlandı. Çalışmaya gömülü teori yaklaşımı yön verdi ve otoetnografi derinlik kazandırdı. Çalışmanın sahasını, İstanbul’da, Büyük Çamlıca Camii’nin eteklerinde yer alan biri devlet (Kirazlıtepe) diğeri özel sektör (Mehmet Akif Ersoy) öncülüğündeki iki dönüşüm alanı oluşturdu. Anlaşma sürecinde dönüşüme son derece istekli olan aktörler (devlet, geliştirici, bazı mahalle sakinleri ve aile bireyleri), dönüşümü onaylamayan sakinlerin iletişim kanallarını, sosyal ilişkilerini, itibarlarını, sağlıklarını ve yapılı çevrelerini bozmaya yönelik çeşitli mobbing eylemlerini devreye soktu. Bu mobbing eylemlerinin amacı, mahallede yarattıkları düşmanca ortam yüzünden sakinlerin bezip anlaşmayı onaylamalarını sağlamaktı. Sonuç olarak, yaşam kali-tesini artırmayı vaat eden kentsel dönüşüm projeleri, henüz anlaşma aşamasındayken bile mevcut sakinlerin yaşam şartlarını ciddi şekilde kötüleştirir ve mahalleleri yaşanmaz hale getirir. Türkiye’de merkezi otoritenin kentsel dönüşüm proje sayılarını büyük oranda artıracağı söylemleri göz önünde bulundurulduğunda, gelecek yıllarda daha fazla kent sakininin mobbing mağduru olması muhtemeldir. Bu nedenle, kentsel dönüşümde mobbing konusunun daha kapsamlı bir şekilde incelenmesi, ispatlanabilir hale getirilmesi ve yasal tanınırlık kazanması, anlaşma sürecinin zararlı etkilerini azaltma ve mağdurların haklarını koruma açısından büyük önem taşımaktadır.
The study scrutinizes the coercive consent production process during the agreement phase of urban renewal implementations. Although marketed as a 'consensual' practice based on a two-thirds majority agreement, the rights infringements and psychological pressures during this majority-reaching process generally remain covert. The fieldwork exposed these covert infringements endured by neighborhood residents, revealing parallels between workplace mobbing actions—representative of rights violations—and the detrimental experiences during urban transformation agreements. Consequently, mobbing literature was evaluated along with the fieldwork and adapted to urban renewal. The research, guided by a grounded theory approach and enriched with autoethnographic data, was conducted in two neighborhoods on the outskirts of the Grand Çamlıca Mosque in Istanbul: stateled Kirazlıtepe and privatelyled Mehmet Akif Ersoy. During the agreement process, actors highly eager for renewal (the state, developers, some neighborhood residents, and family members) implemented various mobbing actions to disrupt the communication channels, social relationships, personal reputations, health, and built environments of residents, aiming to coerce them to approve the agreement by creating an hostile atmosphere. Consequently, urban renewal projects, which promise to enhance residents' quality of life, severely deteriorate the living conditions of existing residents even during the agreement phase and render the neighborhoods uninhabitable. Given the projected increase in such projects in Turkey, more urban residents may face mobbing in the future. Therefore, a more comprehensive investigation of mobbing in urban renewal, making it provable and legally recognized, is crucial for mitigating the harmful effects of the agreement process and protecting the rights of the victims.

5.Haliç Dockyards: Is “Limited Gentrification and De-industrialization” Possible?
Besime Şen, Halide Ekin Sarıca
doi: 10.14744/planlama.2024.65148  Pages 118 - 133
Bu çalışma, İstanbul Haliç havzasında yer alan tersanelerin kapatılma sürecini konu etmektedir. Haliç Tersanelerinin üretim işlevine son verilerek, kültür sanat endüstrisi fonksiyonları ile yeniden yapılanması yönündeki kararlar, güncel kentsel siyasete konu olmaya devam ediyor. Kent hareketleri, tersanelerin üretime devam etmesini savunurken; ulusal ve kentsel düzeydeki yönetimler ise dünya örneklerine vurgu yaparak, tersanelerin kapatılması yönünde kararlar almıştır. 2000 yılında tersaneler kapatılmış ve bin yüz kişinin işine son verilmiştir. İşten çıkarmaların yüksek olması, sadece tersane değil, tersane çevresindeki yaşamı da dramatik biçimde etkilemiştir. Fakat kapatılma kararı kamuoyunda destek bulmamış ve 13 yıl sonra yükselen muhalif tepkiler ile bir dayanışma platformu doğmuştur. 2013 yılında “Haliç Dayanışması” bu süreci, eski tersane çalışanlarının, sendikaların, meslek odalarının ve tersane bölgesinde yaşayan kentlilerin talepleriyle örgütlemiş ve “sanayisizleşme”ye alternatif bir tutum ortaya koymuştur. Tam 6 yıl sonra bu talepler kısmen de olsa sonuç vermiş ve tersanelerin bir bölümünde üretimin devam ettirilmesi politikası benimsenmiştir. “Üretime devam etme” seçeneği, yerel yönetim ile merkezi yönetim arasında gerçekleşen çatışma ve onu izleyen bir hukuk mücadelesinin kazanımı ile sonuçlanmıştır.
This study focuses on the closure process of the dockyards located in the Golden Horn basin of Istanbul. The decision to end the production function of the Haliç Dockyards and restructure them with culture and arts industry functions continues to be the subject of current urban politics. While urban movements advocate for the dockyards to continue production, national and city governments have taken decisions to close the dockyards by emphasizing world examples. In 2000, the dockyards were closed and one thousand and one hundred people were got fired. The high level of layoffs had a dramatic impact not only on the dock-yards but also on life around the dockyards. However, the closure decision did not attract public support and 13 years later, a solidarity platform was initiated with rising opposition reactions. In 2013, the “Haliç Solidarity” organized this process through the demands of former dockyards employees, trade unions, professional chambers and urbanites living in the dockyards area and put forward an alternative stance to “deindustrialization.” Exactly 6 years later, these demands have partially yielded results and a policy of resuming production in some of the dockyards has been sustained. The “continuation of production” option resulted in a conflict between the local and the central government and completed in gain of legal struggle following the conflict.

6.Inequalities in Residential Exposure to Noise in Mersin Metropolitan Area, Turkey
Ali Cenap Yoloğlu, Bülent Halisdemir
doi: 10.14744/planlama.2024.17136  Pages 134 - 149
Bu çalışmanın amacı, Mersin metropoliten bölgesinde yaşayan insanların sosyoekonomik durumları ile gürültü maruziyeti arasında bir ilişki olup olmadığını ve varsa bu ilişkinin yönünü ortaya koymaktır. Bu amaçla Mersin Büyükşehir Belediyesi ve TÜBİTAK (Marmara Araştırma Merkezi) arasında imzalanan bir protokol çerçevesinde yürütülen proje kapsamında üretilen gürültü haritaları ile bir grup değişken (bina yoğunluğu, arazi kullanım türü, bölgede yaşayanların sosyo-ekonomik durumu, kentsel makroform gelişim dönemleri) incelenerek aralarındaki ilişki ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışma sonucunda Mersin Büyükşehir Bölgesinde yaşayan nüfusun 2/3'ünün (649.000 kişi) gündüz 50 dB'den fazla gürültüye maruz kaldığı tespit edilmiştir. Sosyoekonomik durum ile gündüz gürültüsüne maruz kalma arasında ters bir ilişki olduğu; bina yoğunluğu (taban alanı oranı) arttıkça gündüz gürültüsüne maruz kalma düzeyinin arttığı; kentin yeni gelişen bölgelerinde gündüz gürültüsüne maruz kalma düzeyinin azaldığı; konut kullanımından karma kullanıma geçildikçe gündüz gürültüsüne maruz kalma düzeyinin arttığı gözlenmiştir. Başka bir deyişle, gündüz gürültüsüne maruz kalma ile sosyoekonomik durum arasında doğrudan bir ilişki olduğu ortaya çıkmıştır. Bu bulgu, yurt dışında, özellikle ABD ve Kuzey Amerika'da araştırılan örneklerle tutarlıdır.
The aim of this study is to show whether there is any relationship between noise exposure and the socioeconomic status of people living in Mersin metropolitan region and the direction of this relationship if it exists. For this purpose, with the noise maps produced within the scope of the project carried out within the framework of a protocol signed between Mersin Metropolitan Municipality and The Scientific and Technological Research Council of Turkey (Marmara Research Center), a group of variables (building density, land use type, socio-economic status of the people living in the region, urban macro-form development periods) was examined to reveal the relation between them. As a result of the study, it was found that 2/3 of the population (649.000 people) living in the Mersin Metropolitan Region is exposed to daytime noise of more than 50 dB. It is observed that there is an inverse relationship between socioeconomic status and exposure to daytime noise; as the building density (floor area ratio) increases, the level of exposure to daytime noise increases; the level of exposure to daytime noise has decreased in newly developed areas of the city; the level of exposure to daytime noise increases as the transition from residential use to mixed-use. In other words, it has been manifested that there is a direct relationship between daytime noise exposure and socioeconomic status. This finding is consistent with examples investigated abroad, especially in the USA and North America.

7.Evaluating Urban Image from Children's Perspective: The Case of Trabzon Ortahisar
Çisem Seyhan, Şeyda Bülbül Arıoğlu
doi: 10.14744/planlama.2024.58234  Pages 150 - 165
Çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından önemli mekânlar olan şehirler genellikle yollar, kenarlar, düğüm noktaları, bölgeler ve işaret öğeleri ile tanımlanır. Bu çalışmanın amacı, günümüzde mekânla etkileşimleri sınırlı olan çocukların kente yönelik algısal yaklaşımlarını belirlemek, sosyal, doğal ve tarihi çevrelerle etkileşimlerini ölçmektir. Araştırma alanı Trabzon ili Ortahisar ilçesini kapsamaktadır. Çalışmanın metodoloji kısmı sözlü anketler ve zihinsel haritaları içermektedir. Altı ortaokul, farklı sosyoekonomik bölgelerden rastgele seçilmiş ve ilçenin çeşitli yerlerinden temsil sağlanmıştır. 256 anketten ve 192 zihinsel haritadan elde edilen veriler MAXQ-DA 2020 Analytics Pro kullanılarak analiz edilmiştir. Jaccard benzerlik endeksi, anketler için ortalama %91,23 ve zihinsel haritalar için %54,80 ortalama benzerlik göstererek veri gü-venilirliğini doğrulamıştır. Bulgulara göre; sözel verilerde düğümlerin sıklığı baskınken, görsel verilerde işaret öğelerinin daha yoğun olduğu görülmüştür. Ayrıca işaret öğeleri ile tarihi yerler arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir (Spearman korelasyonu=0,744, N=256). Sonuç olarak şehrin kuzey kısmının çocukların zihninde daha anlaşılır olduğu ortaya çıkmıştır.
Cities, which are significant spaces for the physical and mental development of children, are typically defined by paths, edges, nodes, districts and landmarks. The aim of this study is to identify the perceptual approaches of children, whose interactions with their surroundings are currently limited, towards the city, and to measure their interactions with social, natural, and historical environments. The research area encompasses the Ortahisar district of Trabzon province. The methodology of the study includes verbal surveys and mental maps. Six middle schools were randomly selected from different socio-economic regions to provide representation from various parts of the district. Data obtained from 256 surveys and 192 mental maps were analyzed using MAXQDA 2020 Analytics Pro. The Jaccard similarity index validated data reliability, showing an average similarity of 91.23% for surveys and 54.80% for mental maps. According to the findings, while nodes were predominant in verbal data, landmarks were more prominent in visual data. Moreover, a significant relationship was found between landmarks and historical sites (Spearman correlation = 0.744, N=256). Consequently, it was revealed that the northern part of the city is more comprehensible in the minds of children.

8.Detection and Analysis Approach of The Threshold Spaces: The Case of Sakarya/Adapazarı City Center
Beyza Çilli, Mehtap Ozbayraktar
doi: 10.14744/planlama.2024.80947  Pages 166 - 184
Literatürde mekan analizi ile ilgili birçok çalışma olmasına rağmen, eşik mekanlarının analizi yeterince ilgi görmeyen bir konudur. Bu yetersizliği gidermek amacıyla çalışma, literatürdeki boşluğa yanıt olarak geliştirilen eşik mekan tespit ve analiz yaklaşımı önerisinin Adapazarı/ Sakarya kent merkezindeki Atatürk Parkı/Şemsiyeli Bahçe örneğinde test edilmesini amaçlamaktadır. Gerçekleştirilen üç aşamalı çalışma, ilk aşamada potansiyel eşik mekanlarının belirlenmesi; ikinci aşamada analiz edilecek eşik mekanının potansiyel eşik mekanları arasından seçimi, döküman analizi ve bu eşik alanının yerinde tespiti; üçüncü aşamada ise davranışsal haritalama tekniği kullanılarak seçilen potansiyel eşik mekanının yerinde gözlemlenmesi ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmada kullanılan gözlem kriterleri (gözlem günleri, aralıkları, gözlemlenen mekan sayısı ve kullanılan ek teknikler), literatürdeki araştırmalardan referans alınarak eşik mekanların araştırılmasını mümkün kılacak şekilde yapılan önerilerle geliştirilmiştir. Bu sayede davranışsal haritalama yöntemine daha net bir iş akışı kazandıran, eşik mekanların analizi için ise daha spesifik ve amaca uygun olarak önerilen bir tespit ve analiz modeli açıklanmış ve bir vaka çalışmasında denenmiştir. Çalışma sonucunda yerinde gözlemlenen mekanın yorumlanmasıyla eşik mekanlarının birçok farklı boyutta eşik içerebildiği ortaya çıkarılmıştır. Çalışma eşik mekanların veya genel olarak mekanların analizi için bir yol haritası önermektedir, dolayısıyla mekanları tanımlayan eylemleri gözlemlemek ve bu eylemlere uygun tasarımlar oluşturmakla ilgilenen araştırmacılar için değerli veriler içermektedir.
While there are several studies on space analysis in the literature, the analysis of threshold spaces is a subject that has received insufficient attention. To address this insufficiency, the study aims to test the approach proposed for the detection and analysis of threshold spaces, using the example of Atatürk Park/ Şemsiyeli Bahçe (Umbrella Garden) in the city center of Adapazarı / Sakarya, Turkey. The three-stage study was carried out by determining potential threshold spaces in the first stage; selecting the threshold space to be analyzed among potential threshold spaces and conducting the document analysis and on-site detection of this threshold area in the second stage; and observing the selected potential threshold space using the behavioral mapping technique in the third stage. The observation criteria used in the study (observation days, periods, the number of observed places and the additional techniques used) were developed by taking reference from research in the literature. In this way, a detection and analysis model that provides a clearer workflow to the behavioral mapping method and is more specific and suitable for the analysis of threshold spaces was explained and tested with a case study. As a result of the study, by interpreting the space observed on site, it was revealed that threshold spaces can contain thresholds of many different sizes. The study proposes a roadmap for the analysis of threshold spaces or spaces in general, containing valuable data for researchers interested in observing the actions that define spaces and creating designs appropriate to these actions.

REVIEW
9.New Generation Waste Governance Framework for Local Governments: Kadikoy Case
Melda Karademir, Buket Aysegul Ozbakır Acımert
doi: 10.14744/planlama.2024.04809  Pages 185 - 196
Atık yönetimi ve çevre kirliliği kontrolü gibi kamu hizmetlerinin sağlanması, sorumluluğun yerel yönetimlerde olduğu sürdürülebilirlik tartışmalarının merkezinde yer alıyor. Geleneksel atık yönetimi yöntemleri katılımcı çerçevelerde yeni perspektiflerden yoksun olsa da yerel yönetimler için yeni bir atık yönetişim çerçevesine çok boyutluluk ve veriye dayalı analitik yaklaşımının getirilmesine de güçlü bir ihtiyaç vardır. Bu araştırmanın temel amacı, yerel yönetimlerin tek başına hizmet sağlayıcı olarak değil, rolünün "orkestra şefi" olarak değiştiği bilgi çağında yenilikçi, veriye dayalı ve bütüncül bir atık yönetişim çerçevesi tasarlamaktır. Çerçeve, kişi başına düşen atık miktarının şehir ortalamasının üzerinde olduğu İstanbul Metropol Bölgesi'nde bulunan Kadıköy Belediyesi için geliştirilmiştir. Araştırmanın metodolojisi, politik, organizasyonel, davranışsal ve teknolojik olmak üzere dört boyutlu bir çerçevede veri toplayabilen ve yönetebilen Web-CBS tabanlı katılımcı bir platformu içermektedir. Her boyut aynı zamanda Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi 11'in yerel bağlamda operasyonel hale getirilmesini destekleyebilecek belirli bir dizi göstergeyle birlikte tanıtılmaktadır. Kadıköy ilçesinde toplanan veriler ile belediye için ticari işletmelere yönelik sürdürülebilir, yenilikçi ve operasyonel bir atık yönetişim modeli önerisi geliştirilmiştir. Sonuçlar, atık toplamayla ilgili verilerin bir Web-CBS platformunda bulunmasının ve erişilebilirliğinin, katılımcı bir yönetişim çerçevesinde önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Ayrıca ticari işletmeler arasındaki “farkındalık” ve “işbirliğine açıklık”, atık davranışında yerel yönetimin anlaması ve analiz etmesi gereken önemli faktörlerden bazılarıdır. Bu çalışma 100/2000 YÖK doktora bursu ile desteklenmiştir.
The provision of public services such as waste management and environmental pollution control lies at the heart of sustainability discussions where the responsibility is retained by local governments. While conventional methods of waste management lack new perspectives in participatory frameworks, there is also a strong need to introduce multi-dimensionality and data-driven analytics approach to a new waste governance framework for local governments. The main objective of this research is to design an innovative, data-driven and holistic waste governance framework for local governments in the information age where the role shifts as an “orchestra chef”, not alone-and-only service provider. The framework is developed for Kadikoy Municipality of Istanbul Metropolitan Area where the amount of waste per capita is higher than the average of the whole city. The methodology of the research incorporates a Web-GIS based participatory platform that can collect and manage data within a four-dimensional framework: political, organizational, behavioral and technological. Each dimension is also introduced with a specific set of indicators that can support the operationalization of SDG 11 in a local context. Results indicate that the availability and accessibility of waste collection related data on a Web-GIS platform plays a pivotal role in a participatory governance framework. Additionally, “awareness” and “openness to cooperation” among commercial enterprises are some significant factors in waste behavior where a local government may need to understand and analyze. This study was supported by a 100/2000 YÖK doctoral scholarship.

10.The Influence of Coworking Spaces on the Enhancement of Innovative Capacity - A Literature Review
Senem Kozaman Aygün
doi: 10.14744/planlama.2024.26234  Pages 197 - 206
Yaklaşık son 10 yıldır ortak çalışma alanı kavramı ve etkileri bilimsel olarak tartışılmaya başlamış mekânsal düzenlemelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Pratikte de birçok farklı türden kullanıcının çalışmak için tercih ettiği bu alanların değişen dünya koşullarıyla ilişkilendirilerek yaratmış olduğu etkiler sosyal, ekonomik, fiziksel ve mekânsal olarak farklı disiplinlerde ele alınmaktadır. Bazı araştırmalar, oluşumu sosyal etkileşime olanak sağlayan, işbirliklerinin ve firmalar arası bilgi paylaşımının gerçekleşebileceği potansiyel yenilikçilik merkezleri olarak görmektedir. Bu çalışmada, belirtilen katkının varlığını değerlendirmek üzere, Scopus veri tabanı taraması üzerinden elde edilen araştırmalar VOSViewer ve MAXQDA programları kullanılarak içerik analiziyle irdelenmiştir. İlgili kaynaklarda, ortak çalışma alanlarının bilgi paylaşımı, iş birliği ve yenilikçiliği olumlu yönde etkilediğine dair temel bir kanı bulunmakla birlikte, eleştirel yaklaşan çalışmalarda bu ilişkinin varlığının belli koşullara ve bağlama göre değiştiği ifade edilmektedir. Mikro ölçekte dikkat çeken değerlendirmelerde, neo-liberal politikaları benimseyen batı ülkelerindeki bireyselliği ön plana çıkaran yaklaşımların topluluk olma ve birlikte çalışma kültürünü baltaladığı ifade edilmektedir. Makro ölçekte de ortak çalışma alanlarında bi-reylere ve topluluğa bırakılan yenilikçi süreçlerin değer üretmeye katkı sağlayabileceği ama dış kaynaklarla beslenmeyen bu yapıların zaman içinde kilitlenme etkisiyle sürdürülebilirliğinin riske gireceği belirtilmektedir. Önemli araştırma alanı vadeden ortak çalışma alanı ve yenilikçilik ilişkisinin gelişmekte olan ülke örnekleri üzerinden bütüncül bir anlayışla çok disiplinli ve karma yöntemlerle incelenmesi yazına değerli katkılar sağlayacaktır.
For about the last ten years, the concept of coworking space and its effects have been one of the spatial arrangements that have begun to be discussed scientifically. In practice, the effects of these spaces, which are preferred by many different types of users to work with changing world conditions, are discussed in various disciplines in social, economic, physical, and spatial terms. Some studies see them as potential innovation centers, enabling social interaction, collaboration, and information exchange between firms. In this study, to assess the existence of this contribution, articles obtained through a search of the Scopus database were examined through content analysis using the VOSViewer and MAXQDA programs. Although there is a general belief that coworking spaces have a positive impact on knowledge sharing, collaboration, and innovation, some studies claim that this relationship varies according to certain conditions and contexts. Evaluations focusing on the micro level suggest that approaches that emphasize individualism in Western countries with neoliberal policies undermine the culture of community and collaboration. Studies at the macro levels claim that innovative processes left to individuals and communities in coworking spaces can contribute to value creation, yet the sustainability of these structures, which are not fed by external resources, is threatened by the lock-in effect over time. Analyzing the relationship between coworking spaces and innovation using a holistic, multidisciplinary and mixed-methods approach with the example of developing countries will provide valuable contributions to the literature.

11.Transition from Traditional Urban Models to Complex System Models
Sıla Özdemir, Mustafa Raşit Şahin, Emine Yetişkul Şenbil
doi: 10.14744/planlama.2024.38243  Pages 207 - 217
Kentlerin ekonomik, sosyal ve yönetsel ilişkilerin ağ ve düğümleri üzerinden karmaşık kentsel sistemler olarak ele alındığı bir dönem içerisindeyiz. Bu çalışma, planlamada mekan, tanımı ve kavramsallaştırmasının doğa bilimleri temelli değişimini ve bu değişimin kentsel modelleme yaklaşımları üzerindeki etkisini incelemektedir. Çalışmada mekanı mutlak, kavramsallaştırmalarını ise statik ve deterministik olarak ele alan geleneksel modellerden karmaşık kent modellerine geçiş tartışılmaktadır. Dönüşen bilim anlayışı çerçevesinde kentlerin karmaşık yapılar olarak ele alınması ve modellenmesi, kentleri anlama ve yönlendirme biçimlerimiz ile planlama yaklaşımımız ve pratiğimiz açısından önemlidir. Bu doğrultuda, kentsel mekanın kavramsallaştırılmasındaki temel etmenler olan mekan-zaman ve insana ilişkin anlayışın, bilimsel düşüncenin, kavramların ve teorilerin değişimine yer verilmiştir. Karmaşık sistem yaklaşımının temel özelliklerini barındırarak kentlerin ve kentsel sistemlerin modellenmesinde kullanılan temel modeller olan dağılan, sinerjetik, fraktal, hücresel özişleme ve ajan tabanlı, kum yığını ve küçük dünya kent modelleri açıklanmaktadır. Çalışma, kentsel modelleme ve planlama alanında yeni teorik ve metodolojik yaklaşımların tanıtılmasına katkıda bulunmakla beraber, bu alandaki bilgi birikimini zenginleştirmeyi ve mevcut yaklaşımların sınırlılıklarını aşacak şekilde karmaşıklık teorisinin yöntem ve modellerini kentsel mekanın hesaplama, analiz ve tahmin araçları olarak tanıtmayı amaçlamaktadır. Ayrıca, karmaşıklık teorisinin kentsel planlama süreçlerine entegrasyonunun önemini vurgulamakta, kentlerin kendi kendini örgütleyen dinamik sistemler olduğu sonucu kapsamında kentsel stratejiler oluşturulurken daha esnek ve adaptif yaklaşımlar benimsemesi gerektiği tartışılmaktadır.
We are in an era where cities are regarded as complex urban systems through networks of economic, social, and adminis-trative relationships. This study examines the transition of the concept and conceptualization of space in planning, grounded in natural sciences, and its impact on urban modeling approaches. The shift from traditional models, which view space as absolute and their conceptualizations as static and deterministic, to complex urban models is discussed. The core characteristics of classical planning approaches and the features retained within complex system approaches are presented. Within the frame-work of changing scientific understanding, the importance of considering and modeling cities as complex structures is emphasized for its significance in understanding and guiding cities, as well as in planning practice. The changes in the understanding of space-time and human, scientific thought, concepts, and theories in the conceptualization of urban space are addressed. The key models used in modeling cities and urban systems that embody the core features of the complex system approach, including dissipative, synergetic, fractal, cellular automata, agent-based, sandpile, and small-world city models, are explained. This study aims to introduce new theoretical and methodological approaches in urban modeling and planning, enriching the knowledge base and surpassing the limitations of existing approaches. The models of complexity theory are proposed as tools for the computation, analysis, and prediction of urban space. Additionally, the importance of integrating complexity theory into urban planning processes is emphasized, arguing that urban strategies should adopt more flexible and adaptive approaches, given that cities are self-organizing dynamic systems.

BOOK REVIEW
12.Architectural Utopias in Search of Ideal City
Emrah Tüncer
doi: 10.14744/planlama.2024.02212  Pages 218 - 220
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale