Journal of Planning - Planning: 33 (1)
Volume: 33  Issue: 1 - 2023
OTHERS
1.Frontmatters

Pages I - V

EDITORIAL
2.Editorial

Page X

RESEARCH ARTICLE
3.Ethnic Reflections of the Global Outbreak: A Multi-Dimensional Examination on Syrian Refugees and Settlements in the First Phase of the Coronavirus Outbreak
Zerrin Ezgi Haliloğlu Kahraman
doi: 10.14744/planlama.2022.38980  Pages 1 - 14
Bu çalışma koronavirüs salgınının Suriyeli mülteciler üzerindeki etkisini algı, bireysel korunma deneyimleri, ekonomik yapı, sosyal ilişkiler ve kenti kullanım pratikleri üzerinden mahalle ölçeğinde incelemeyi amaçlamıştır. Niteliksel bir araştırma yaklaşımının benimsendiği çalışmada, temel veri kaynağını Ulubey-Önder Mahallelerinde (Ankara) yaşayan Suriyeli mültecilerle gerçekleştirilen derinlemesine görüşmeler oluşturmuştur. Araştırmanın bulguları salgının Suriyeli mültecilerin ve yerleştikleri mahallelerin ekonomik, sosyal ve mekânsal yapısı üzerindeki etkisini ortaya koyarken, salgın öncesi ve sonrası durumlarını karşılaştırma imkânı da sunmuştur. Araştırmanın sonuçları Suriyeli mültecilerin salgın konusunda etkin bilgi edinme kaynaklarının sosyal ilişki ve iletişim ağları ve sosyal medya kanalları olduğunu göstermektedir. Suriyeli mültecilerin dini inançları ile sosyal ve ekonomik gereksinimleri virüsten etkilenmeyecekleri algısını şekillendirmekte ve alınan salgın tedbirlerine gösterdikleri tepki ve direnci açıklamaktadır. Erişebilecekleri sağlık hizmetleri konusunda yetersiz bilgiye sahip olmaları, maske kullanımı ve sosyal mesafe kurallarına uymamaları, aile yapıları, yaşam ve çalışma ortamlarının yapısı virüsün yayılma riskini artırmaktadır. Sokaklara yansıyan insan hareketliliği ve alışveriş canlılığının salgın öncesinde olduğu gibi devam ettiği izlenmiş olsa da işten çıkarılma ve STK yardımlarına sınırlı erişim nedeniyle aile gelirlerinde ve yaşam standartlarında azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Bu durum alandaki dayanışma ağlarının ve sosyal ilişkilerin güçlenmesinde etkili olmuştur. Salgının kadın ve erkeğin sosyalleşme imkânlarını farklı biçimlerde etkilediği, sokağa çıkma yasaklarının ve toplu ibadetlerin durdurulmasının sosyal hayatı olumsuz etkilendiği belirlenmiştir.
This study aims to examine the effects of the coronavirus pandemic on Syrian refugees at the neighbourhood level within the framework of perceptions, personal protection experiences, economic and social structure, and practices of neighbourhood usage. The major data source of this qualitative study included in-depth interviews with Syrian refugees living in Ulubey-Onder Neighbourhoods (Ankara). The findings displayed the effects of the pandemic on Syrians and their settlements, and a comparison before and after the outbreak. The study demonstrated that the effective information sources of Syrians are composed of social and communicational networks, and social media platforms. Their religious beliefs and social and economic needs both shape their perception on not being contaminated, and explain their reaction towards and resistance to respect the measures of the outbreak. Their lack of knowledge on available health services, attitudes of ignoring the use of face masks and social distancing rules, family structures, and living and working conditions increase the risk of the spread of the virus. Although the crowded streets proved that human movement and commercial vitality in Syrian settlements continue as it was before the pandemic, the family incomes and standards of living diminished due to laid offs and limited access to donations of NGOs. This led to empowerment of solidarity networks and social relations in the area. Additionally, this study found out both gender differences in socialization opportunities, and negative effects of curfews and suspension of congregational praying activities on social life during pandemic times.

4.Criteria for Location-Planning-Design of Bazaar Places and a Preliminary Assessment for the Post-COVID-19 Period
Burcu Ceylan, Aygün Erdoğan
doi: 10.14744/planlama.2022.98216  Pages 15 - 39
Tarım devrimi ile başlayan yerleşik hayatla birlikte insanların artık ürünlerini ihtiyaç duydukları başka mallarla değiştirme gereksinimi ortaya çıkmıştır. Bu geleneğin yerleşimlerde meydana getirdiği, alıcı ve satıcıları buluşturan ilk ticaret yerleri ise pazarlar olmuştur. Bir yörenin kültüründe ve günlük yaşamında geçmişten günümüze en önemli kamusal mekanlardan biri olmaları itibariyle pazarların varlıklarını sorunsuz sürdürebilmeleri, bulundukları zamanın koşullarına uygun biçimde konumlanmalarını, planlanmalarını ve tasarlanmalarını gerektirir. Aralık 2019’da, ilk vakaları–ironik şekilde–Çin’in Wuhan kentindeki bir canlı hayvan ve deniz ürünleri toptancı hali çalışanlarında görülen ve hızla küresel bir salgına dönüşen COVID-19, özellikle kamusal açık mekanlar ile ticari kullanımları doğrudan etkileyerek günlük rutinlerimizi değiştirmiştir. Dolayısıyla, bu mekanlar ve kullanımlar, koronavirüs pandemi süreci ve sonrası dönem için “yeni normaller” ve “fiziksel mesafe kuralları” çerçevesinde yeniden ele alınmalıdır. COVID-19 sonra-sına ait değerlendirmelerin de yer aldığı bu çalışmada, Türkiye’de sosyal yaşama dair önemli bir kamusal-ticari kullanım olan pazar yerlerinin yerseçimi, planlama ve tasarımına yönelik bir ölçütler bütününe ulaşmak amaçlanmıştır. Bu kapsamda yapılan COVID-19 öncesi ve sürecine yönelik yazın, dünya pazarları ve mevzuat incelemeleri ile bir yerleşimde nüfusa etkin hizmet edebilecek pazarların yerseçimi, planlama ve tasarım ölçekleri itibariyle sahip olması gereken özellikler Pazar Yeri Planlama Tablosu (PYPT) ile ortaya konmuştur. Devamında, PYPT’nin sade bir versiyonu, orta ölçekli bir kentin pazar yerleri üzerinde test edilmiştir.
With the advent of agricultural revolution, sedentary lifestyle called for people to exchange their surplus goods in return for the others they need. In settlements, emerged by this tradition, bazaars became the first commercial places where the sellers and buyers meet. Being one of the most important public places in the culture and daily-life of a particular locality from past to present, it is essential for bazaars to be located, planned, and designed in line with the requirements of the time so that they sustain their existence properly. COVID-19, initial cases of which–ironically–were seen among the staff of a live-animal and seafood wholesale wet market in Wuhan, China in December 2019, shortly transformed into a global pandemic, changed our daily routines by directly affecting the use of especially open public spaces and commercial places. Thus, these spaces and land-uses need to be reconsidered in terms of the “new normals” and “physical distance rules” during and after the coronavirus pandemic. This study, which also includes evaluations for the post-COVID-19 period, aimed at a set of holistic criteria for the location-planning-design of bazaar places that are important for social life in Türkiye regarding their public-commercial use. Accordingly, after examining the before and ongoing COVID-19 literature, world bazaars, and legislation; locational, planning, and design scale properties of bazaars that would effectively serve a local population are put forward by introducing the Bazaar Places Planning Table (BPPT). Subsequently, a simple version of BPPT is tested for bazaar places of a medium-scale city.

5.Conceptual Framework for Cultural Heritage Management Planning and the Analysis of Related Graduate Thesis Studies
Evrim Ulusan
doi: 10.14744/planlama.2022.93276  Pages 40 - 57
Yönetim planı kavramı, kültürel miras alanlarında uygulanan bir stratejik mekânsal planlama yaklaşımı olarak, neoliberalizm, çevrecilik hareketleri ve postmodernizm ekseninde yaşanan paradigma değişimlerinin sonucunda 1980’lerde gelişmeye başlamış, uluslararası koruma mevzuatında 2000’lerde, Türkiye'de ise 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda 2004 yılında yapılan değişiklikle yasallık kazanmıştır. O tarihten bugüne Türkiye’de bu konudaki uygulama deneyimi ve akademik araştırmalar artmıştır. Ne var ki, yürütülen bu araştırmalara ilişkin detaylı bir analiz henüz yapılmamıştır. Böyle bir analiz, yönetim planlama kuramı ile uygulaması arasında güçlü bir bağın kurulmasına katkı sağlayabilir. Bu makale; öncelikle yönetim planlama yaklaşımının ortaya çıktığı sosyo-politik bağlamı özetleyerek kavramın çok boyutlu doğasını aktarmayı, sonrasında ise kültürel miras yönetim planlaması konusundaki akademik araştırmalara dönük ilginin analizini lisansüstü tezlere odaklanarak yaparak yönetim planlama yaklaşımının Türkiye pratiğindeki teori ve uygulama arasındaki ilişkisi üzerine bir tartışma başlatmayı amaçlamaktadır. Araştırma sonunda; bugüne kadarki araştırmalarda hangi boyutların ve hangi yöntemsel yaklaşımların ele alındığı özetlenmekte, ayrıca daha fazla ilgi gerektiren boyutlar hakkında çıkarımlar yapılmaktadır.
The concept of management planning started to develop as a strategic spatial planning approach applied in cultural heritage places in the 1980s as a result of the paradigm shifts in the axis of neoliberalism, environmentalism and postmodernism. It was legalized in the international protection legislation in the early 2000s, and accordingly in Türkiye in 2004, upon the amendment made in the Law on the Protection of Cultural and Natural Assets No 2863. Practical experience and related academic research have improved since then, yet a detailed analysis of this academic research that would help building a link between heritage management theory and practice is absent. This article aims firstly to present socio-political strands that led to the emergence of this multifaceted concept, and then to analyze the academic interest in heritage management planning in cultural sites through post-graduate thesis studies in order to initiate a discussion on the relationship of management planning theory and practice within the Turkish context. The research outputs include a summary of dimensions analyzed and methodologies applied in the research conducted to date as well as considerations of dimensions that require further interest.

6.Examination of the Traces of İstanbul Golden Horn Walls Between Ayvansaray and Cibali Districts within the Context of Urban Dynamics and Conservation Approach
Funda Server Kerestecioğlu, Melis Bilgiç
doi: 10.14744/planlama.2022.69335  Pages 58 - 85
Tarihi Yarımada’nın Haliç kıyılarındaki savunma yapıları olarak kentin gelişimiyle eş zamanlı inşa edilen Haliç Deniz Surları, günümüz İstanbul’unun tarihsel katmanlılığının ve kültürel birikiminin önemli bir parçasıdır. Tarihsel süreçte Haliç Deniz Surları işlevini kaybederek önemli ölçüde yıkıma uğrarken; Ayvansaray ve Cibali arasındaki bölümü, çeşitli yapı grupları veya kentsel alanlarla bir arada kalıntılar halinde günümüze ulaşmıştır. Ancak, tarihsel bağlamından oldukça kopmuş ve algılanamaz durumdadır. Haliç Surlarının görünmezliğinin artmasıyla birlikte korunması konusundaki farkındalığın geliştirilemediği düşünülmektedir. Makalede Haliç Deniz Surlarının özgün fiziksel bütünlüğündeki kayıpların ve mevcut izlerin tespiti yapılmış, Ayvansaray ve Cibali arasındaki günümüze ulaşan bölümlerinin mekânsal analiz yöntemi ile algılanabilirliğini ve görünürlüğünü olumsuz etkileyen koruma sorunları belirlenmiştir. Çalışmanın ilk aşaması, Haliç Surlarının kronolojik gelişimindeki kentsel dinamikler ışığında belirlenen dönüm noktaları iskeletinde, koruma anlayışındaki gelişmeler ve Dünya üzerindeki diğer kent surlarının dönüşümü ile ilişkilendirilerek Haliç Surlarının özgün fiziksel bütünlüğündeki değişimlerin ve yaşanan kayıplarla birlikte izlerinin haritalandırılmasını içermektedir. İkinci aşamada, Ayvansaray - Cibali arasında Haliç Surlarının izleri ve yakın çevresinde mekânsal analizler ve ölçekli fotoğraf çekimleri aracılığıyla günümüz durumuna yönelik tespitler yapılmıştır. Kentsel dinamikler etkisinde koruma sorunları; bayındırlık ve imar faaliyetleri, ulaşım kararları ve trafik yükü, plansız ve düzensiz yapılaşma, İşlevsel, mekânsal ve sosyal sürekliliğin sağlanamaması, tescil kaydı eksikliği, bilgilendirme düzenlemelerinin eksikliği, toplumsal ve yönetsel anlamda koruma bilincinin yeterli düzeyde gelişmemiş olması ve temelde farklı menfaat gruplarını kapsayan bütüncül bir “yönetim planı”nın olmayışı olarak belirlenmiştir.
The Golden Horn Sea Walls that were built simultaneously with the development of the city, as one of the defence buildings are a significant component of the historical stratification and cultural accumulation of Istanbul’s Historical Peninsula. Although it has been severely destroyed by urban transformations during the historical process, the part of it between the districts of Ayvansaray and Cibali has remained as ruins with various building groups or urban areas. But it is quite detached from and unnoticeable in its historical context. It is considered that the high level of invisibility of the Sea Walls, awareness of the preservation of it has not been quite developed. In this study, losses of the original integrity and the existing traces of the Sea Walls are detected and urban preservation problems of the remaining walls between Ayvansaray and Cibali are determined. The first phase of the study includes determination of the turning points in the light of urban dynamics in the chronological development of Istanbul with the developments of the conservation knowledge and the transformation of other city walls in the World. In the second phase, the current situation is determined through spatial analysis method and scaled photographs of the remainings of the Sea Walls between Ayvansaray and Cibali districts. Preservation problems within the context of urban dynamics have presented such as public works and zoning activities, unproper transportation decisions, unplanned new buildings, lack of functional, spatial and social continuity and absence of the integrated "management plan" that includes different interest groups.

7.Using Personal Rapid Transit as an Effective Transport Solution in Historical Downtown Areas: A Case from Historic Kemeraltı, İzmir
Yavuz Duvarcı, Figen Akpınar
doi: 10.14744/planlama.2022.69926  Pages 86 - 104
Kentsel mirasın korunması bağlamında pek çok sorunun temelinde ulaşım sistemi ve özel ulaşım türleri bulunmaktadır. Buna karşın kentsel yenileştirme, yeniden canlandırma, ve/veya kültürel mirasın korunmasında ulaşıma ilişkin konuların yeterince gözetildiğini söylemek zordur. Halbuki ekonomik canlılığın sağlanması sürdürülmesi, ulaşım sistemi ve arazi kullanım ilişkisinin sağlıklı kurulması ve dezavantajlı sosyal grupların erişim, hareketlilik ihtiyaçlarının gözetilmesi için ulaşımın özellikle kentsel koruma alanına entegrasyonu önem taşımaktadır. Üstelik çağdaş ulaşım türleri kullanılsa dahi çok dikkatli müdahale edilmesi gereken miras alanlarında çeşitli çevresel ve sosyal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu makale mikro-simülasyon yaklaşımıyla Bireysel Hızlı Toplu Taşım (BHT) sisteminin fiziki olarak uygulanabilirliğinin, dezavantajlı grupların yerel düzeydeki ulaşım ihtiyaçlarının karşılanabilirliğinin, ve arazi kullanımı, hava kirliliği, güvenlik, sürdürülebilirlik türünden çevresel ve sosyal etkilerinin araştırılmasını hedeflemektedir. Çalışmada BHT sisteminin mikro-simülasyon yönteminin kullanılmasıyla, anılan tüm bu unsurlara çözüm sağlanmış ve doğrulanabilir kanıtlar biçiminde ortaya konmuştur. Bulgular hareketliliğin BHT teknolojisiyle eşit bir biçimde sağlandığını, sosyoekonomik faydaları olduğunu ve tüm bunların yanısıra fiziki olarak da sistemin uygulanabileceğini göstermiştir. Çalışmada BHT teknolojisinin çevreci ve sürdürülebilir olduğu, kentsel sit alanlarının korunmasında etkin bir çözüm olduğuna dair bilgi sağlanmıştır.
Many issues related to the conservation of urban heritage are closely related to the transit system and the use of private transportation. Regeneration, revitalization, and/or heritage conservation are not properly managed due to problems arising directly from inconvenient transport solutions that cannot provide or resolve the accessibility and mobility needs of vulnerable groups together with inappropriate space management while indirectly causing economic shrinkage and loss of vitality. Furthermore, even if modern modes of transportation are used, they will cause significant environmental and societal difficulties, making them unsuitable for such sensitive places. This article, using a micro-simulation approach, investigates whether a Personal Rapid Transit system is physically applicable, and whether it can meet existing travel requirements to prove that it is sufficient for the needs of local level mobility, and finally whether other environmental/social impacts such that land use, air pollution, safety, sustainability are positive or negative. As a method, these outputs of the system application are presented as validations of the usefulness of the PRT. Finally, it was found that there is a gain in productivity in terms of mobility as well as other socio-economic benefits besides the physical applicability of the method. The study's goal is to get the information out about how PRT technology may help produce more ecologically friendly and sustainable solutions while also conserving historical assets.

8.Development of A Neighborhood Sustainability Assessment System for Turkey: SEEB-TR Neighbourhood
Sema Ergönül, İnci Olgun, Çiğdem Tekin, Nazire Papatya Seçkin, Mustafa Özgünler, Cem Baççıoğlu, Esra Turgut, Özge Boso Hanyalı
doi: 10.14744/planlama.2022.35683  Pages 105 - 122
Tüm sektörlerde enerji verimliliğinin artırılması ve doğal kaynakların korunması, özellikle yenilenebilir ürünler, binalar, süreçler, teknolojiler ve hizmetler ile çevre kirliliğinin önlenmesi için yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması son derece önemlidir. Bina geliştirme sürecinde bilgi ve teknolojinin ekonomik değere dönüşümünün göstergeleri, çevre dostu binaların yaşam döngüleri boyunca enerji verimli olmaları ve mekânsal kalitenin sertifika sistemleri ile denetlenmesi nedeniyle işletme maliyetlerinin düşeceğidir. Bu bağlamda direktifler ve yönergeler, enerji, planlama ve konut alanlarında üst ölçekte bütüncül bir yaklaşımı öngörmektedir. Ulaşım, enerji ve teknoloji altyapılarının oluşturulması özellikle şehir, bina ve ürün ölçeğinde üzerinde durulması gereken konulardır. Teknolojik çözümlerin toplum odaklı çözümlerle birlikte değerlendirilmesi yapılı çevrenin iyileştirilmesine yardımcı olabilir. Bu anlamda kentsel ölçekte sürdürülebilir değerlendirme sistemleri bazı dönüşüm konularına çözüm getirmekte ve birçok aktörü bir araya getirerek ortak bir vizyon elde edilmesine zemin hazırlamaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki planlama politikalarının yansıması olan böyle bir sistem Türkiye'de henüz mevcut değildir. Bu çalışma, Türkiye’ye özgü bir ölçme ve izleme aracı geliştirilmesinin ilk adımı olarak SEEB-TR Mahalle değerlendirme sistemini tanıtmaktadır. Geliştirilen sistemin inşaat sektöründe kentsel mekân için bir kalite değerlendirme kriteri olacağı düşünülmektedir.
It is extremely important to improve energy efficiency in all sectors and to spread the use of renewable energy resources to protect natural resources, especially to prevent environmental pollution with renewable products, buildings, processes, technologies, and services. Indicators of the transformation of knowledge and technology into economic value in the building development process are that the operating costs will decrease since environmentally friendly buildings are energy efficient throughout their life cycle and spatial quality is audited by certification systems. In this context, directives and directions foresee a holistic approach in the fields of energy, planning, and housing at an upper scale. The establishment of transportation, energy, and technology infrastructures is the issues that need to be emphasized especially in the city, building, and product scale. The evaluation of techno-logical solutions together with communityoriented solutions may help to improve the built environment. In this sense, sustainability assessment systems at urban scale provide solutions to some transformation matters and also set ground to obtain a shared vision by bringing together many actors. This kind of system, which is the reflection of planning policies in developed countries, is not yet available in Turkey. This paper introduces SEEB-TR Neighborhood assessment system which is developed specifically for Turkey as a new measurement and monitoring tool. It is considered that the developed system will be a quality assessment criterion for urban space in the construction sector.

9.Controlling Accessibility for an Inclusive Public Life in a Neighbourhood
İlkay Dinç Uyaroğlu
doi: 10.14744/planlama.2022.15045  Pages 123 - 142
Mekânsal erişilebilirlik, kentlerde adil ve kapsayıcı kamusal yaşamın oluşumu için ön koşullardan birisidir. Herkes için eşit erişilebilir kentlerin oluşumunda, düşünsel, mimari, yasal ve örgütsel sistemin önemli etkisi vardır. Kanunlarda, yönetmeliklerde ve tasarım standartlarında yer alan erişilebilir tasarım konusundaki kurallar, normlar ve ölçütler, gerekli mimari tasarım kriterlerini sunmalarına rağmen, kamusal mekanlarda fiziksel erişimle ilgili problemler yaşanmakta ve bu nedenle insanlar hala temel hak ve özgürlüklerinden mahrum kalmaktadırlar. Bu çalışma, Türkiye’de yasal belgeler çok açık bir şekilde kapsayıcı kamusal mekanların ve sokakların oluşumuna dair hükümler içermesine rağmen, neden hala kentlerimizde bu dönüşümlerin gerçekleşmediğini anlamayı hedeflemektedir. Bu kapsamda, mahalle ölçeğinde erişilebilirlik uygulamalarının düşünsel, mimari, yasal ve örgütsel alt yapısının değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Kapsayıcı kamusal mekanların tasarımı ve uygulama sürecindeki ‘denetimi’ kavramı, Kevin Lynch’in (1981) ‘verimli’ ve ‘adil’ şehir yaşamı üzerine kurduğu “İyi Şehir Formu” teorisinde tanımladığı ‘erişim’ ve ‘kontrol’ parametreleri ile tartışılmaktadır. Mahalle yönetiminin katılımcı bir yaklaşımla aktif bir şekilde sürdürülmeye çalışıldığı Çiğdem Mahallesi, bu çalışmada örneklem olarak seçilmiştir. Kolektif bir yapı içinde yönetilen Çiğdem Mahallesi’nde, ilgili paydaşlarla derinlemesine söyleşiler yaparak, erişilebilirlik denetiminin gerçekte nasıl deneyimlendiği, bir arada çalışma ve iletişim ortamının varlığı ve zayıflıkları tartışılmaktadır. Çalışmanın kuramsal yaklaşımı ve alan çalışmasından edinilen bilgiler ışığında, çalışmanın sonucu mahalle ölçeğinde erişilebilirlik izleme ve denetleme süreci ve örgütsel iletişim ortamı üzerine değerlendirme ve öneriler içermektedir.
Spatial accessibility is one of the prerequisites for creating an inclusive public life in cities. Its success depends on intellectual, architectural, legal, and organisational aspects. Although legal rules about accessibility included in laws, regulations, and technical design standards mandate necessary architectural criteria for an inclusive public life, individuals might still be excluded from urban spaces and therefore deprived of their fundamental rights and freedoms in public life. This study focuses on why inclusive urban streets and public spaces have not been created yet in Turkey, although legal documents clearly dictate requirements for providing accessible environments for all. In this context, it is aimed to evaluate the intellectual, architectural, legal, and organizational infrastructure of accessibility practices at the neighbourhood scale. The concept of 'control' in the design and implementation of inclusive public spaces is discussed with the parameters of 'access' and 'control' defined by Kevin Lynch (1981) in his theory of 'Good City Form' based on efficient and fair city life. Çiğdem Neighbourhood, where local management is tried to be carried out with a participatory approach, was chosen as the sample area in this study. In Çiğdem District, which is managed in a collective structure, in-depth interviews are held with relevant stakeholders, and how accessibility management is experienced, the existence and weaknesses of a working and communication environment together are discussed. In the light of the theoretical approach of the study and the information obtained from the field study, the result of the study includes evaluations and suggestions on the accessibility monitoring and controlling process and organizational communication environment at the neighbourhood scale.

10.Local Capacity in Urban Conservation, Case Studies; Gaziantep and Şanlıurfa
Burak Belge
doi: 10.14744/planlama.2022.59489  Pages 143 - 166
Kentsel koruma müdahaleleri ve yerel halk tarafından benimsenmesi değerlendirildiğinde, bazı kentlerde yapılan çalışmaların benzerlerine göre daha başarılı olduğu görülmektedir. Uluslararası belgeler, kentsel korumayı belirli bir kurumun görevi olarak değil, farklı aktörlerin ortak sorumluluğu olarak tanımlamaktadır. Sorumluluk, toplumun her düzeyinde bilinç ve farkındalık gerektirir. Yerel aktörlerin ve kurumların koruma faaliyetlerindeki rolleri, tarihi çevre ile doğrudan ilişkileri nedeniyle önemlidir. Bu bağlamda makalede, kentsel koruma sürecinin başarısı ve etkili sonuçlarında bir faktör olarak tanımlanan yerel koruma kapasitesi kavramı anlatılmaktadır. Yerel koruma kapasitesi, yerel yönetimler ile yerel toplum arasındaki yetkinlik, deneyim, bilgi birikimi ve kentsel korumaya olan bağlılıkları arasındaki karşılıklı ilişki ağının bütünü olarak tanımlanmaktadır. Gaziantep ve Şanlıurfa örnek çalışma alanları olarak seçilmiştir. Her iki şehirde de 2004 yılından itibaren yoğun olarak kentsel koruma çalışmaları yürütülmektedir. Bu nedenle, yaklaşık 20 yıllık bir süre için karşılaştırmalı bir değerlendirme yapılabilmektedir. Bu bağlamda, öncelikle 2011 yılında tamamlanan araştırma sonuçlarından hareketle, Gaziantep'in yerel koruma kapasitesinin özellikle birlikte iş yapabilme becerileri açısından Şanlıurfa'ya göre daha yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Daha sonra yerel koruma kapasitesindeki farklılıklar, son 10 yılda bölge ve şehirlerdeki değişimlere dayalı olarak bir değerlendirme yapılmaktadır.
When we evaluate urban conservation inteventions and their adoption by the local people, it is seen that the studies carried out in some cities are more successful than in similar ones. International documents define urban conservation as a joint responsibility of different actors rather than the task of a specific institution. The responsibility requires consciousness and awareness at every level of society. The roles of local actors and institutions in conservation activities are essential because of their direct relationship within the historical environment. In this context, the article describes the term of local conservation capacity that will be defined as a factor in the success and effective results of urban conservation process. Local conservation capacity is defined as the whole of the interrelationship network between local authorities and the local community, together with their competence, experience, know-how, and dedication to urban conservation. Gaziantep and Şanlıurfa were selected as case study areas in order to elaborate local conservation capacity. In both cities, some sort of urban conservation works had been completed since 2004, so a comparative evaluation is probable to be made for a period of approximately 20 years. In this context, first of all, based on the results of the research completed in 2011 it is emphasized that the local conservation capacity in Gaziantep is higher than in Şanlıurfa, especially in terms of ability to working together. Afterward, an evaluation is made based on differences in local conservation capacity, changes in the region and cities in the last 10 years.

11.What is the Contribution of a Riverside Design Project to the Establishment of Social Justice in the City?
Fatih Eren, Kübra Ayşe Yıldız Keçer
doi: 10.14744/planlama.2022.54227  Pages 167 - 183
Mekânsal planlamanın öne çıkan amaçlarından biri sosyal adaleti tesis etmektir. Ancak kentlerde sosyal adaletin tesisi bir anda gerçekleşmez. Hayata geçirilen her kentsel proje, fayda ve maliyetlerin toplumda yeniden dağıtılmasına neden olur. Bu yolla kentsel projeler toplumda sosyal adalet oluşumuna olumlu veya olumsuz yönde belli bir katkı yapar. Bu çalışmada bir ırmak kıyı düzenleme projesinde ortaya çıkan ekonomik fayda ve maliyeti tespit etmek, fayda ve maliyetin proje paydaşları arasında finansal olarak nasıl paylaşıldığını ortaya çıkarmak ve sosyal adalet perspektifinden sonucu yorumlamak amaçlanmıştır. Kentsel projeler sonucu oluşan ekonomik faydanın yeniden kamuya (devlete ve topluma) aktarılması sosyal adaletin tesisi noktasında en önemli konudur. Araştırma, kentsel projelere bağlı ortaya çıkan ekonomik faydanın kamuya adil şekilde dönüşünün sağlanıp sağlanmadığı meselesini sorgulamayı hedeflemektedir. Araştırmada literatür taraması, doküman incelemesi, saha araştırması ve fayda-maliyet analizi yöntemleri birlikte kullanılmıştır. Antalya’nın doğu kısmında bulunan ilçelerinden Manavgat’ın, yerel yönetimi tarafından projelendirilerek uygulanan ırmak kıyı düzenleme projesi örnek alan olarak seçilmiştir. 2015 yılında tamamlanan Manavgat Irmak Kıyı Düzenleme Projesinin, belli bir etki alanı içinde yıllar içinde ne kadar ekonomik artı değer ürettiği, bu artı değerin hangi aktörler tarafından nasıl paylaşıldığı konusu ayrıntılı araştırılmış, fayda-maliyet analizi yapılmıştır. Araştırma, projenin doğurduğu değer artışlarının Manavgatlılar arasında kısmen adil paylaşıldığını ortaya koymuştur. Sosyal adalet perspektifinden bakıldığında fırsat eşitliği sunma, servet konsantrasyonunu ve mülkiyet konsantrasyonunu önleme anlamında ORTA, mekânsal adaleti ve kamu yararını sağlama anlamında GÜÇLÜ şekilde projenin Manavgat’ta sosyal adalet oluşumuna katkıda bulunduğu belirlenmiştir. Çalışma, sosyal adaletin mekânsal bir bileşeninin mutlaka olduğunu ve sosyal adaletin toplumsal olarak üretilen bir olgu olduğunu göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
One of the prominent aims of spatial planning is to establish social justice. However, the establishment of social justice in cities does not happen all at once. Every urban project result in a redistribution of benefits and costs in society. In this way, urban projects make a positive or negative contribution to the formation of social justice. This study aims to determine the economic benefits and costs arising in a riverside design project, to reveal how the benefits and costs are shared financially among the project stakeholders, and to interpret the result from the perspective of social justice. Transferring the economic benefits resulting from urban projects to the public (state and society) is the most important issue at the point of establishing social justice. The research goal is to question the issue of whether the economic benefit arising from urban projects is provided to the public. In the research, literature review, document review, field research and cost-benefit analysis methods were used together. The riverside project designed and implemented by the local government of Manavgat, one of the districts in Antalya, was chosen as a case area. The issue of how much economic surplus value the Manavgat Riverside Design Project, which was completed in 2015, produces over the years within a certain impact area, and how this surplus value is shared by which actors, has been researched in detail and a cost-benefit analysis has been made. The research revealed that the value increases caused by the project were shared fairly among the people of Manavgat. From the perspective of social justice, it has been determined that the project contributes to the formation of social justice in Manavgat, MEDIUM in terms of providing equality of opportunity, preventing wealth concentration and property concentration, and STRONG in terms of providing spatial justice and public interest. The study is important in terms of showing that there is a spatial component of social justice and that social justice is a socially produced phenomenon.

REVIEW
12.Urban Expansion Models with Examples from the World
Sıla Balta, Emrah Yıldırım, Meryem Atik
doi: 10.14744/planlama.2022.78309  Pages 184 - 195
Günümüzde kentlerin hızlı gelişimi ile kent çevresi kırsal peyzajların ve kırsal karakterlerin değişime uğraması sonucunda, net bir kır-kent ayrımı yapılması mümkün olmamaya başlamıştır. Bununla birlikte artık sadece kentlerin değil kent dışı alanların da büyümeye başlamasıyla daha da karmaşık yapılar oluşmakta, kentin kırsal peyzajları etkilemesi ve değiştirmesi sonucunda yeni ara kesitler ve tanımlamalar ortaya çıkmaktadır. Bu noktada alan kullanımlarının net olarak belirlenemediği ve sınırlandırmanın zor olduğu kentsel ve kırsal alanlarda beliren geçiş ve yayılım bölgelerinin doğru planlama süreçleri ile kırsal ve kentsel karakterlerin korunması adına izlenmesi ihtiyacı doğmuştur. Yayılım çok yoğun bir bölgeden az yoğun bir bölgeye olan hareketi ifade etmekte olup, bu çalışma ile kentsel ve kırsal peyzajlar arasında kalan alan kullanımlarının değişmesi ve dönüşmesiyle yayılımın bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni ara bölgelerde oluşan kentsel yayılım tanımları; Burlöv - İsveç örneği üzerinden “kent çevresi yerleşim alanları” (sub-urban), Şangay, Çin örneği üzerinden “geçiş bölgesi” (periphery), Gaboron, Afrika örneği üzerinden “saçak peyzajlar” (fringe) ve ABD örneği üzerinden “kentsel-kırsal yayılım” (sprawl) örnekleri ile incelenmiş ve kent çevresi kırsal yayılım peyzajları ve karakteristikleri için mekânsal bir çerçevede ifade edilmeye çalışılmıştır. Kentsel yayılımdan en çok etkilenen alanların kentlerin çevresindeki kırsal-tarımsal alanlar olması ve dolayısıyla bu alanların varlığını sürdürebilmesinin ortaya çıkan “ara bölgelerin” doğru planlanmasından geçtiği düşünülmektedir.
Today, due to the rapid development of cities and the change in rural landscapes and characters around the city, it has become impossible to make a clear rural-urban distinction. However, with the growth of not only cities but also non-urban areas, more complex structures are formed, and new intersections and definitions emerge due to the city's influence and change in rural landscapes. At this point, the need to monitor the transition and expansion zones that appear in urban and rural areas, where the use of land cannot be clearly determined and where it is difficult to limit, has arisen in order to protect the rural and urban characters with the right planning processes. Expansion refers to the movement from a very dense region to a less dense region. With this study, the definitions of urban sprawl formed in new intermediate regions that emerged as a result of sprawl with the change and transformation of land use between urban and rural landscapes; Burlöv - “sub-urban settlements”through the Swedish example, “periphery” from the Shanghai, China example, Gaboron, “fringe” from the African example, and “urban-rural” from the USA example sprawl examples and the urban environment has been tried to be expressed in a spatial framework for rural scattering landscapes and characteristics. It is thought that the areas most affected by the urban sprawl are the rural-agricultural areas around the cities, and therefore the survival of these areas depends on the correct planning of the emerging “intermediate zones”.

OPINION LETTER
13.Reflections on the Participatory Design Process of Kabataş Transfer Center and Its Surroundings
Melih Birik, İdil Akyol Koçhan, İnci Olgun, Saadet Tugçe Tezer, Ahmetcan Alpan, Yasin Barış Göğüş, Derya Altıner Bozacı
doi: 10.14744/planlama.2023.76093  Pages 196 - 200
Abstract |Full Text PDF

14.Why do "Light Rail Transit System" has to be an Exclusive Master Plan Decision?
Metin Şenbil, Emine Yetişkul
doi: 10.14744/planlama.2023.42744  Pages 201 - 204
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale